top of page

Bir Dinozorun Portresi

 

TY: Neden dinozor?

ANB: Valla biz dinozor olduk daha doğrusu bize öyle diyorlar

TY: Peki neden öyle diyorlar?

ANB: Bir takım değerler var aslında eskiye ait. 1920'lerden başlayıp 40'ların sonuna kadar doğmuş olanlar için farklı sosyo-kültürel değerler var. Bu insanların kavradığı memleket başka bir yer. Başka bir kavrayış vardı. Ne kadar zamana uyarsak uyalım kökler kalıyor. Bana o kökler iyi geliyor aslında. Ama bu dinozorluk yalnızca yaşla sınırlı değil. O çağların değerlerini fazlasıyla benimsemek var işin içinde. Mesela bakınca görüyoruz. Meslek odalarında varlar. Bizim Tabip Odasında var.

 

TY: Nedir o değerler?

ANB: İnsanlar birbirine daha fazla saygı gösterirlermiş de filan bunlar yalan. Zamanında da insanlar birbirini boğardı. “Ah İstanbul, ne güzeldi!” filan da değil. Aslında o zamanlar da pislik götürüyordu.

 

TY: Peki neleri kastediyorsunuz?

ANB: Bugün maddi değerlere, para gibi servet gibi verilen ağırlık daha büyük ve bugün insanlar daha hırslı. Bu tabii beni ürkütüyor. Dinozor takımını ürkütüyor.

 

TY: Gelelim hayat maceranızın ne zaman ve  nasıl başladığına

ANB: Hayat macerası 1936'da İstanbul’da başlıyor, sonra İzmir’e gittik. Babam öğretmen, annem ebeydi. Annem ben doğduktan bir iki yıl sonra emekli oldu. Babam devam etti. Ben mezun olana kadar görevde kaldı.

 

TY: Memur bir ailenin çocuğu olarak yaşadınız.

ANB: Aslında bundan daha önemlisi mültecilik.  Babam Girit mültecisidir. Annem de  Kazan mültecisidir. Muhacirlikten farklı bir şeydir. Kaçarak geldikleri için “ah bizim oralar ne güzeldi” falan fıstık bizimkilerde pek duyulmaz. Canlarını zor kurtararak gelmişlerdir ve bu yüzden bu ülke cankurtaran gibi bir şey bizim aile için ve vazgeçilmez... Benim için de vazgeçilmezlik özelliğini koruyor.

 

TY: Liseyi bitirdiniz ve üniversiteye geldiniz. Nerede okudunuz, Ankara?

ANB: Hayır. 1954 yılında üniversite için İstanbul’a geldim 18 yaşındayken. İzmir’den İstanbul’a dönmüş olduk.

 

TY: Üniversite hayatınız nasıldı peki?

ANB: ”Oda”cılık o zamanlardan kalma. cemiyetçilik yaptım, particilik yaptım.

 

TY: Demokrat Parti yılları.

ANB: Tam okkalı olduğu zaman.  Talebe Cemiyeti yöneticisiydim. 27 Nisan’da kongremiz basıldı ve hemen ertesinde başladı olaylar. Yani süreç  27 Nisan akşamından başlamıştır.

 

TY: Cemiyetiniz ne oldu?

ANB: Kongre iptal edilince ancak devrimden sonra açılabildi.

 

TY: 27 Mayıs'ı devrim olarak tanımlıyorsunuz...

ANB: Evet. Biz sonuç almış bir kuşağız. Tabip odası başkanı Gencay Gürsoy da o zamanlardan devrim arkadaşlarımızdandı. Ama devrimi başardığımız için daha fazla sorumluluk hissediyoruz. İyi mi yaptık sonuç böyle mi olacaktı.

 

TY: İsterseniz biraz da odacılığınıza geçsek

ANB: Aradan geçen maceralardan sonra 1986'da tabip odası maceramız Ankara Tabip Odasıyla başladı. Yönetimdeydim ama ertesi yıl İstanbul’a gelmek zorunda kalınca...

 

TY: Öncesinde de bir şeyler vardı odacılık babından. Öğrencilik sonrası

ANB: Bir de işçi partililik var. Altmışlı yıllarda gençlik kolları başkanlığı yaptım. Bu arada 15 Nisan 1963'te mezun oldum. 15 Nisan en çalışkan olanların mezuniyet zamanıdır ama ben üç yıl gecikmeyle o tarihte mezun oldum.

Sonra askerlik yaptım. Çok şey öğrendim askerlikten. O tarihte ihtilal bile yaptık. 21 Mayısta Aydemir olayında bize de silah verdiler. Sonra geri aldılar. Birbirimizi vururuz diye.

Herkese öneririm askerliği kısa filan yapmayın. İnsan ilişkileri anlamında çok şey öğretiyor.

Sonra terhis olduk. Ve mecburi hizmet girdi gündeme. İki buçuk yıl burs karşılığı mecburi hizmetim vardı.

Bu arada benim hanım da mezun oldu. Benden sonra mezun oldu o. Bize iki kişilik bir yer bulamadılar.

Bakanlıkta tartıştık orda bir memur Hakkâri’den bir çiftin kaza geçirdiğini ve ayrılacağını söyledi. Biz de hemen devreye bir milletvekili bulduk ve Hakkari'ye tayin yaptırdık. Bakanın boş kadrodan o sırada haberi yok tabii. Biz yine de torpil bulmak zorunda hissettik.

 

TY: Torpille Hakkâri! Ve üç buçuk yıl kaldınız orada.

ANB: Hayır o kadar kalmadık o sıralarda kolera salgını var Türkiye’de ve biz bir buçuk seneden biraz fazla kaldık. Ve çok keyifli zamanlardı benim için. O sıralar sağlık müdür muavini de olmuştum. Salgında bakanlar filan geldiler. Olağanüstü çalıştık orada ve bir bürokrat sonra beni aradı. Ankara’ya gelir misin diye. Bir demonstrasyon sağlık ocağı açılıyor sosyalizasyon için, Abidinpaşa Sağlık Ocağı gel dediler. Tam da o sırada Erzurum’da psikiyatriye başvurmuştum. Oraya gitmeyi düşünüyorum. Derken Hacettepe’ye de başvurdum ve orayı da kazandım. Ama sosyalizasyonda üç yıllık sözleşme zamanın dolmadan önce fesih bildirilmezse otomatik olarak üç yıl uzuyor. Bakana kadar çıkmak zorunda kaldım bu durumu düzeltmek için ve sözleşmemi feshettim. Aslında tam da o sırada halk sağlığı daha doğrusu toplum sağlığı uzmanlığı ile başka bir uzmanlığın bir arada yapılma şansı varmış. Yani Bakanlıktaki kadromdan ayrılmadan toplum sağlığı ile birlikte psikiyatri asistanlığını yapabilseydim kadrom Hacettepe’de olmadığı için bana oradan yol görünmeyecekti.

 

TY: Nasıl yol göründü?

ANB: Asistanlar sendikasına Hacettepeliler üye olmuyorlardı. Hacettepe’de asistanlar sendikası kurdum. Tam benim asaletimin onaylanmasına bir gün kala 11 Nisan günü sendika yöneticisi olarak bir eylemin içinde yer aldım. Bir arkadaşımız öldürülmüştü. Hacettepe öğrencileri de ayaklandılar. Biz de yönetici olarak asistan arkadaşlarımızın başındaydık. Tabii ki asaletimi tasdik etmediler ve bir yıl uzattılar. İkinci yıl da nedensiz asaletimi onaylamayıp attılar.

TY: Nasıl attılar?

ANB: 12 mart paşaları kelle istiyorlardı. Bu kelimelerle ifade ettiler “kelle istiyoruz”. İki istisna dışında hiç bir üniversite kelle vermemişti. İstanbul üniversitesi bir kişi Hacettepe 10 kişinin kellesini verdi. O zamanlar Ahmet Taner de vardı başkan yardımcısı olarak ben de muhasip üyeydim. Ahmet Taner Kışlalı da kellesi verilenlerden. 12 mart sonrası dönemi içinde suyumun ısındığını hissettim. İstifa ettim.  Senato istifamı kabul etmedi ben attım dedi. Attık, istifa ettik derken 1 temmuzu buldu. ayrılıp hemen pasaport çıkartıp Almanya’ya gittim. Amacım orada psikiyatri yapmak. O zamanlar Almanya’ya işçi olarak gitmek çok kolay. Ben pasaport çıkartırken  meslek icra edebilir onayı da almıştım. Altı ay nörolojide çalıştım. Çevremde herkes seferber oldu. Benim psikiyatri istediğimi biliyorlardı. Bu arada ben dahiliye bilgisinin psikiyatri için geçerli olduğunu öğrenince dahiliyeye geçtim. Bir yıl kadar çok iyi bir dahiliye yaptım. Sonrasında bir yıl daha nöroloji yaptım ve eyalet hastanesinde nöropsikiyatri yaptım.

 

TY: Derken uzman oldunuz

ANB: Hayır. Tezimi Türkiye’de yaptım. İstanbul Üniversitesi'nde tezimi verdim sınava girdim ve psikiyatrist oldum. Ve tekrar Almanya’ya dönüp çocuk psikiyatrisi yaptım. Altı yıl çalıştım; çok zevkliydi. Psikoterapi eğitimi de aldım ama Almanya'da tamamlama fırsatı bulamadım. Tam o sıralarda çoluk çocuk büyümeye başlayınca -75 ve 80 doğumlu bir kızım ve bir oğlum var- Türkiye’ye 1984 yılında dönmüş oldum.

 

TY: Ankara’ya mı?

ANB: Önce İstanbul’a geldim. Bakırköy’e başvurdum şef muavinliği sınavına girdim başardım ama güvenlik soruşturması sonucu tayinim yapılmadı. Dava açtım filan ama para yok suyunu çekince Ankara’ya gidip muayenehane açtım. Ankara Tabip Odasında yöneticilik yaptım. Seksen altı yılında seksen yedi yılına gelince dava bitti Danıştay’a gitti ve Danıştay lehime karar verdi. O sırada Sağlık Bakanı Kalemli idi. Genel kurula götürmediler ve tayinim yapıldı. Bakırköy’e başladım ben de. Sonra şef oldum. Derken doçentlik sınavına girdim ve seksen dokuzda psikiyatri doçenti oldum.

 

TY: Şu an emeklisiniz.

ANB: 2001 yılında emekli oldum

TY: Grup psikoterapileri ile de ilgilendiniz

ANB: Bir sürü zımbırtı yaptım evet. Psikodrama eğitimlerine katıldım. Abdülkadir Özbek Enstitüsünde 1997 yılında terapöt olmuştum. Sonra da eğiticilik yapmaya başladım ve hala çalışmaya devam ediyorum İstanbul Grup Psikoterapileri derneğinin de kuruculuğunu yaptık ve yöneticiliğini yapıyorum hala.

 

TY: Odacılık orada da devam ediyor.

ANB: Evet, tabi ki. Bu arada tabip odası da devam etti. Ve Etik Kurul çalışmaları olarak sürüyor

 

TY: Yönetim Kurulu'nda da yer almıştınız...

ANB: Valla, evet ama hangi yıllardı, dönemlerini karıştırıyor olabilirim.

TY: Odacılığınız dışında resim altına dönecek olursak hekimlik yanınızın altına daha neler yazabiliriz başka şeyler de vardı mesleki faaliyet olarak.

ANB: Evet kitap işlerim var. Yazdıklarım var. Hazırlıkları sürenler var. Bu arada Jung araştırmalarım var. Jung üzerine eğitim gördüm ve eğitim çalışması yapıyorum. Aslında Jungien yaklaşımın Türkiye için çok büyük zenginlikler getireceğini düşünüyorum. Bizim kültürümüze uygulandığı zaman çok verimli sonuçlar ortaya çıkacaktır. Bunları sistematik bir hale getirmeye çalış;ıyorum.

TY: Durum nedir?

ANB: Olması gerekenlerin hepsinin olduğunu söyleyemeyiz ama olmalı.

 

TY: Kitaplarınıza dönelim

ANB: psikiyatri tarihi var. Psikiyatride Yıldızın Parladığı Anlar diye bir kitap var. Sadomazoizm var. Katatimik görüntü yaşamı üzerine bir kitabım var. Yakın zamanda çıkacak olan Jung üzerine bir kitabım var. Jung'un son kitabı. Çevirisini yaptım. Psikoterapiler üzerine bir hazırlığım var. Baskısı tamamlanıyor.

 

TY: Paramedikal kitaplarınız da var sanırım.

ANB: Evet. İzmler dizisi için faşizm ve nazizm üzerine iki kitapçığım var. Ayrıca hermetizm ve okültizm diye bir kitabım var.

Faşizm anlatılırken tabii ki ruhsal süreçler de ele alınıyor.

Nazizim ve faşizm arasında fark var. Nazizim daha fazla romantik ve naif. Ve estetik yaklaşımı var. Kendisi estetiktir demek istemiyorum. Estetik üzerine yaklaşımı var. Faşizmde ise dikkati çeken yan aslında daha kaba. Ve her ikisi için de söylenebilecek şey orta sınıfın malı olduğu halde işçi sınıfı sahip çıkmıştır.

 

TY: Türkiye için bir şeyler var mıydı?

ANB: Fazla bir şey yok. Ancak Kemalizm için bir şeyler var. Faşizmden esinlenen bazı noktalar olabilir ancak devrimcilik cumhuriyetçilik ve halkçılık yaklaşımları faşizmle zıttır. Uygulamada bazı benzerliklerin olması özellikle Kemalizme yanlış bir pencereden bakmayı doğurmamalı. Birbirine taban tabana zıtlıklar içerir.

 

TY: Şu an ne çalışıyorsunuz?

ANB: Gizler ve gizemler üzerine çalışıyorum. Gelecek sene Mart ayında çıkar gibi

TY: Peki günlük hayat?

ANB: Valla sedanter geçer fiziksel yaşantım aslında öyle pek spor filan yapmam. Bodrum'da bir evim var. Yazları üç ay orda kalırım. Terasından denizi seyrederim.

 

TY: Girmez misiniz?

ANB: Vaktiyle ritim bozukluğu ve enfarktüs yaşantım oldu. Bir iki kez suda ritim bozukluğu yaşadım. Ve ne gereği var dedim. Denizi sevmek için ille de ıslanmak gerekmiyor diye düşünüyorum.

 

TY: Peki bir eksiklik hissetmiyor musunuz?

ANB: İnsan tabii ki zaman zaman muhasebe yapıyor eksiklerimiz neler  diye. Hele bizim bir de psikiyatri derneğimiz var. Tam çanak tutuyorlar. Psikiyatristlerin yapmak isteyip de yapamadıkları konulu bir panel düzenlemişler. Beni de çağırdılar. Eh bir daha da düşünmek zorunda kaldım. İnsanın yapmayı düşünüp de yapamadıkları, yapmayı düşünmedği halde başardığı şeyler oluyor ve sonunda bir terazi meselesi... Artılar eksiler var  ve ben artılarımın çok olduğunu düşünüyorum. Pek memnunum. Sevildiğimi hissediyorum. Narsistik duygularımı okşuyor tabii ki bu durum. Ama ben hem kendim için hem de psikiyatri için durumun iyi olduğunu ve şanslı olduğumu düşünüyorum. Otuz yıllık dönemlerle bazı akımlar egemen olur ve şu an psikoterapiler dönemine girdik ve benim keyif aldığım bir şey bu. Bir de şimdilyerde psikiyatride nörobiyolojik psikanaliz yaklaşımı gelişiyor ve nöroplastisite gibi bir kavram var ve bu karanlık bazı yanların aydınlanmasına ve psikoterapinin daha da önem kazanmasına yol açacak.

 

TY: Psikiyatri pozitife gidiyor, siz de pozitifsiniz, peki memleket ve dünya?

ANB: Fay hattı gibi uzun süre sarsılmazsa deprem çok daha büyük olur. Ben sosyal hareketlenmenin çok baskılandığını düşünüyorum ve bunun ardından nasıl bir patlama gelecek merak ediyorum. ABD giderek tükeniyor. Normal ölüm sürecine girdi.

 

TY: AB de öyle gibi

ANB: o daha önce çöktü aslında kurtulmaya çalışıyor ama ABD çökünce ne olacak nasıl bir gümbürtü kopacak. Çin geliyor diyorlar gelince ne olacak?

 

TY: Çince öğrenmeye başlayacağız?

ANB: Evet iki arada bir deredeyiz. Ne İsa'ya ne Musa'ya yaranıyoruz

 

TY: Son soru size neyin sorulmasını isterdiniz. Ya da siz bu dergideki  bu söyleşide neleri de okumak isterdiniz?

ANB: Aslında bir şey yok. Yalnız hekim hareketi içinde bulunmaktan çok hoşnut olduğumu söylemek istiyorum ve hekim hareketine de çok önem veriyorum. Aslında tek tek çok matah şeyler değiliz biz hekim milleti ama bir araya gelice bambaşka sonuçlar doğuyor hatta iki hekim yanyana gelince bambaşka bir sonuç doğuyor

 

TY: Odanın yeni dönemi için neler düşünüyorsunuz

ANB: Aslında gruplardan uzak durmaya çalışıyorum. Herkesin haklı ve haksız olduğu taraflar var. Siyasi nedenlerle bir tarafa daha yakın gibi görünebilirim ama odadak i durum farklı süreçler içeriyor

 

TY: Pekala, biz de size çok teşekkür ediyoruz zaman ayırdığınız için.

ANB: Ben teşekkür ederim

bottom of page